Sakarya Barosu Başkanı Av. Zafer Kazan, katıldığı radyo programında, “Kafasının arkasında siyaset olan bir Baro Başkanı değilim. Baro Başkanı iken siyaseti düşünmek ihanet olur” dedi.
Av. Zafer Kazan programda kendisine yöneltilen “Siyaset düşünüyor musunuz?” sorusuna da samimiyetle yanıt verdi.
Canlı yayında istismar konusunda rakamlar da veren Baro Başkanı Kazan, Sakarya’nın çocuk istismarı konusunda 11. sırada olduğunu öne sürdü ve bu durumun sebeplerinin uzmanlar öncülüğünde ortaya konulması gerektiğini söyledi.
İşte Sakarya Barosu Başkanı Zafer Kazan’ın canlı yayında yaptığı o çarpıcı açıklamalar:
“BARO SADECE BİR STK DEĞİLDİR”
“Baro sadece bir STK değildir. Yargının asli kurucu unsuru olan savunmanın, avukatların oluşturduğu kamu tüzel kişiliği haiz bir kuruluştur. Meslek mensuplarına ve ait olduğu şehre karşı yasal ve anayasal görevleri olan bir kuruluştur.
Göreve gelir gelmez kan bağışı kampanyası düzenleyelim dedik. Hemen Baro mensubu arkadaşları kapsayacak şekilde bir kampanya başlattık. Baro üzerine düşeni yapsın istedik.
“REKOR DÜZEYDE EĞİTİM PROGRAMLARI YAPTIK”
Sakarya Barosu olarak eğitim seminerleri düzenledik. Gerek çevre, gerek sağlık, gerek ceza ve gerekse hukuk alanlarında eğitim seminerleri organize ettik. Meslektaşlarımız kendilerini sürekli yenilemek ister. O nedenle bu eğitim programları önemliydi. 10 ayda, 7 veya 8 eğitim semineri yaptık. Bu bir rekor sayılır.
Bu seminerler neden önemliydi? Çünkü şehrimizde avukat kalitesi ne kadar yüksek olursa, vatandaşın haklarının savunması da o denli kaliteli olur. Hak kayıplarının önüne geçilir. Bu anlamda eğitimler önem arz ediyor.
Eğitim programlarının yanı sıra sosyal aktiviteler planladık. Piknik ve gezi organizasyonları yaptık. Meslek dayanışmasını etkin bir şekilde sağlamaya uğraştık. 5 Nisan Avukatlar Günü’nde geleneksel balo organize ettik, hazırlığını yaptık, ama talihsiz bir gün yaşadık. İstanbul’da görev yapan savcımız şehit edilince geceyi iptal ettik. Yargı camiası olarak yasımızı tuttuk. Vicdanımızı kanatan bir gün ve zor bir süreçti. Hukuk camiasına dünyayı haram eden o teröristler yüzünden böyle bir acıyı maalesef yaşadık.
“HAYALLERİM UĞRUNA ÇOK BEDEL ÖDEDİM”
Eğitim faaliyetlerinin yanı sıra, sağlık kuruluşları ile anlaşmalar yaptık. Mobilya anlaşması imzaladık. Hukuki anlaşmalara imza attık. Meslektaşlarımıza indirimli hukuk programlarını hizmete sunduk. Bu çalışmalarımızla takdir topladık. Yeterli miydi? Hayır. Daha yeni başladık. Bu arada tecrübe ediniyoruz. Baronun en genç başkanıyım. Ben hayalleri olan, ama hayalleri uğruna çok sıkıntılar çekmiş bir avukatım. Meslektaşlarımın aynı sıkıntıları yaşamaması adına uğraş veriyorum.
“ŞEHRİN SORUNLARINA DUYARLI OLMAYA ÇALIŞIYORUZ”
Bir Baro şehrin problemlerine duyarsız kalamaz. Baronun görevi sadece meslektaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak veya aidat toplamak değildir. Baronun eli, kulağı, gözü, ağzı ve dili var. Dolayısıyla yapacağı işler çok. Burada bir Çevre sorunu yaşandığı zaman Baro “ben ilgilenmiyorum” derse, gözünü kullanmıyor demektir. Bir sağlık sorunu olduğunda veya çocuklarımız sağlık skandallarıyla karşılaşıyor ise buna göz yumamayız.
“KURUMLAR BİRBİRİNE GÖRÜŞ SORMALI”
Biz sıradan bir meslek kuruluşu değiliz. İnsan hak ve özgürlüklerini savunmak Baroların görevidir. İnsan hakkı içine yaşam hakkı, sağlık hakkı girer. İfade ve düşünce hürriyeti girer. Bunu ben halen daha yeterince yapabildiğimiz kanaatinde değilim. Şehri yönetenlerin iradeleri elbette bağımsızdır, ama bu şehirdeki kurumların birbirlerine görüş sormalarını önemsiyorum. Şehri yönetenler bize sorarlarsa danışırlarsa fikrimizi düşüncemizi hukuki olarak memnuniyetle paylaşırız. Bunu arzu ederiz.
Sapanca’nın yamaçlarına bakın, ormanların içine bakın. Betonlaşmanın nasıl arttığını görüyoruz. Görmüyor gibi mi yapalım?
Hepimizin çocuğu var. Onların sağlıklı ve güvenli bir şehirde yaşaması gerekmez mi? Gördüğümüz yanlışlara ses vermeyelim hukuki gereğini yapmayalım mı?
“DAHA ETKİN OLMAK HEDEFİMİZ”
Gazilerimize, şehit yakınlarına ücretsiz hukuki hizmet başlattık. Çünkü onlar bizim tarihimiz, vicdanımız! Onlara vefa borcumuz var. Bu çalışmalar yeterli mi? Hayır yeterli görmüyorum. 1 yıllık tecrübeden sonra, çok daha duyarlı ve etkili bir anlayışla görev yapmayı umuyoruz. Daha etkin olmak hedefimiz.
“AVUKAT SAYISI SAKARYA EKONOMİSİNİN ÇOK ÜZERİNDE”
Baromuzda aktif olarak 484 avukatımız var. 62 stajyerimiz var. Sayımız artıyor. Bu sayı yeterli mi derseniz hassas bir çizgide. Bu yıl yaklaşık 100 stajyere ruhsat vereceğiz. %20 lik artış var. Peki, bu şehrin ekonomisi %20 büyüyor mu? Ekonomi büyürse refah da artar. Her yıl gelirini %20 arttıran esnaf var mı? İnsanlar daha fazla zenginleşiyor mu? Hayır. Nüfusumuz sürekli artıyor. Yani avukat sayısındaki artış, Sakarya ekonomisinin çok üzerinde. Bu durum herkesi zorluyor.
“YARIM AVUKAT HEM CANDAN, HEM MALDAN EDER”
Yeterli maddi gücünüz yoksa avukatın ücretini ödemekte güçlük çekersiniz. Ciddi mesuliyet üstleniyoruz. “Yarım doktor candan eder, yarım imam dinden eder” derler ya, işte “yarım avukat da hem candan, hem maldan eder.”
Avukatların yaptıkları görev çok ciddi mesuliyet gerektirir. Avukatsınız ama maalesef size hitap edecek iş alanları genişlemiyorsa, hayatınızı belli bir standartta devam ettirecek bir kazanç sağlayamıyorsanız herkes için kötüye doğru bir gidiş var demektir.
“İŞİ EHLİNE VERSİNLER”
Bir avukatın siyasi görüşü vekâletini gördüğü kişi için asla önemli değildir, önemli olan Avukatın görevini yaparken mesleğin etiğine, kurallarına uygun bir şekilde görevinin hakkını vermesidir. Vatandaşlara ve tüm kurumlara sesleniyorum, gerçekten cesur avukatlarla ve görevini iyi yapan, işinin uzmanı avukatlarla çalışsınlar. Bu anlamda, doktor ile avukatın yaptığı vazife arasında fark görmüyorum. İşi ehline versinler…
“EĞİTİM KALİTESİ DÜŞTÜ”
Hukuk fakülteleri kalitesini maalesef giderek kaybediyor. Eğitim niteliğini kaybediyor. Kaç tane medeni veya ceza hukuku alanında öğretim görevlimiz var? Merak ettiniz mi hiç? Eline neşter almamış bir doktor nasıl tehlikeli durum arz ediyorsa, hakimler, savcılar ve avukatlar da niteliğini kaybettikçe, halk olarak haklarımızı kaybetme durumu ile karşı karşıya kalıyoruz.
“22 YAŞINDA HAKİM SAVCI OLUNMAZ”
Son derece niteliksiz bir eğitim, kötü sonuçlar doğurur. Sınav sadece bir aşamadır. Ama önemli bir aşamadır. Yıllardan beri maalesef avukatlık sınavı getirilmiyor. Türkiye Barolar Birliği tıpkı Mali Müşavirlerin sınavı ve staj eğitimi gibi bir sınav ve staj eğitimi getirdi ancak maalesef çıkarılan bir kanun ile bu sınav ve staj eğitimi iptal edildi. Yazık edildi…
22 yaşında hakim-savcı olunmaz. Hak, hukuk kavramını sadece kitaptan okuyandan adalet bekleyemezsiniz. 40 yaşını geçmiş, en az 10 yıl avukatlık yapmış ve hayat tecrübesi edinmiş, ciddi eğitim görmüş insanlar Yargıçlık yapmalı… Türkiye’de “hukuk yok” dediğimiz zaman bu büyük fotoğrafı görmeliyiz.
“MÜLAKAT KALKMALI”
Mülakatı geçemeyen hakim-savcı olamıyor. Mülakatlar nasıl yapılıyor, bunu artık herkes biliyor. Telaşla, referans arayışı gündeme geliyor. Daha yargıç olmadan o insanın bağımsızlığını bitiriyorsunuz… Bakın, yargı bağımsızlığı sorunu buradan ele alınmalı. Mülakat kalkmalıdır. Ancak mülakat olacaksa psikologlar devrede olmalı ve bambaşka bir değerlendirme yapılmalıdır, tamamen bilimsel, tamamen objektif. Yurt dışında örnekleri var. Belli bir süre avukatlık yapmadan yargıç olunamıyor. Yaş sınırı var. İnsanlar hakkında hüküm vermek için belli bir tecrübe ve olgunluk gerekiyor. Sadece sınav kazanmakla Yargıç olunmaz…
Hukukun geleceği genç avukatlarımızın elinde. Onlara her türlü eğitimi kazandırıp, yatırım yapıp, geliştirmek zorundayız. Çünkü yerimizi onlar alacak. Her fırsatta söylüyorum, gelecek, Atatürk’ün de dediği onların eseri olacaktır. Bu manada Hukukumuzun geleceği, Barolarımızın geleceği ancak genç avukatların eseri olacaktır.
“İSTİSMAR SORUNU SADECE CEZA İLE ÇÖZÜLMEZ”
Cinsel İstismar ciddi bir problem… Hukukçular ceza boyutunu elbet konuşmalı, ama bunu asıl konuşması gereken sosyologlar, psikologlar ve psikiyatrlardır. Neden bu toplumda cinsel istismar suçu ciddi bir şekilde artıyor? Bunun fotoğrafını net bir şekilde ortaya koymak zorundayız. Şahsi kanaatim sadece cezaları konuşarak bunu ortadan kaldıramayız. Evet, cezalar caydırıcı olsun, evet ağır bir ceza verilsin ancak hastalığın kaynağına inmek mecburiyetindeyiz. Bunların hiçbirini yapmadan tek başına idamı konuşmak çok sathi bir değerlendirme olur. Cezası idam olan birçok suç giderek artıyor, demek ki tek başına idam da bir çözüm değil.
“SAKARYA İSTİSMAR SIRALAMASINDA 11 NCİ”
Sakarya, 2014’te, TÜİK verilerine göre, cinsel suçlar sıralamasında 11 nci sırada. Büyükşehirlerden hemen sonra Sakarya’nın geliyor olması çok vahim... İstismara uğrayanların 1377’si erkek, 9718’i de kız çocukları… Bu problemin üzerine ciddi şekilde gitmek gerek. Sakarya’da bu durumu çözmek zorundayız. Neden ahlaki çöküntü var? Bu bir ahlaki çöküntüdür ve sorgulamak zorundayız.
“EĞİTİM ŞART”
Bunun cevabını uzmanlardan almak lazım ama bana göre gerçekten eğitim şart. Sakarya’nın eğitimde kaçıncı sırada olduğu çok önemli bir veridir. Son sıralarda ise, ciddi bir eğitim zafiyeti var demektir. Başarı oranlarını değerlendirmeliyiz. Aileler ne kadar bilinçli? Eğitim; matematik fizik kimya değildir. Bu öğretimdir. Eğitim ve Öğretim yılı derken bu ayrımı yaparız. Eğitim başka öğretim başkadır. Eğitimi adeta müfredattan çıkarmış ve öğretimi esas almışız. Sorumluluk ahlakı diye bir şey vardır. “Bu günahtır ve bu ayıptır” demek yeterli olmuyor… İstismar demek kişilik zafiyeti ve karakter yozlaşması demektir. Yozlaşmanın da nasıl bir hastalık olduğunu biliyoruz. Bir araya gelip çareler aramak zorundayız…
“CEZA ÇÖZÜM DEĞİL”
Evet; cezalar tabi ki ağır olsun ama dediğim gibi tek başına ceza yeterli bir çözüm değil. Hastalığın temeline inmeliyiz. Kanser olabilirsiniz ama bu hastalığın sebebini ortaya çıkaramadığınız sürece bu illet insanları öldürmeye devam edecektir. Zira ancak sebebi tespit edilen bir hastalığa çare bulabilirsiniz. Cinsel istismar gibi kanserli bir ruh hali arttırıyorsa, sebeplerini, insanın kişiliğindeki, hatta toplumun yapısındaki bu hastalığın nasıl oluştuğunu ortaya koymak ve teşhis etmek mecburiyetindeyiz.
Hukukçu olarak şöyle düşünüyorum. Bir insan bir şeyle suçlanıyorsa, kesinlikle delilleri olmalıdır. Heyet de o delillere göre kararını vermelidir. Deliller üzerinden mahkûmiyete esas karar çıkmalıdır. Bir insan için itham dışında bir delil yoksa elbette beraat etmelidir. Ancak konunun uzmanlarından da faydalanılmalıdır. Yargıtay, küçük yaştaki çocukların yer zaman ve kişi tespitini ayrıntılı olarak yapabilen mağdurların beyanlarını esas kabul etmekte ve cinsel istismar suçunu işlediği iddia edilen insanları cezalandırma yoluna gitmektedir. Bu durum özel bir durumdur ve kendi içinde bir mantığı vardır. Çeşitli açılardan eleştirmek mümkün olsa da temel olarak doğru bir yaklaşım açısı da söz konusudur.
PARALEL YAPI
Maalesef ülkemiz ciddi sorunlarla karşı karşıya. Yargı bağımsızlığı ile tartışılan bir ülkeyiz. Bir uçtan bir uca savrulan, gücü ele geçirenin kendi gücünü dayattığı bir ülkeyiz. Dün bir gücün, bugün başka bir gücün, sistemi değiştiremediğimiz takdirde ise yarın bambaşka bir gücün eline geçebilecek bir devletiz.
Yasalar ve hukuk var iken, emri yasalardan alması gerekir iken, oraya üflenen talimat ile emir alınıyorsa ve operasyon yapalım deniyorsa, ortada delil sistemini altüst edecek bir durum var ise, ben bunun açıklamasını yaparken, “yargıçtır ve vicdani karar vermiştir” diyemem. Her türlü ihmale kapı açarım. Delili dikkate almıyorsan, neyi dikkate alıyorsun sorusunu sorarım…
“DEMOKRATİK, LAİK, SOSYAL VE HUKUK DEVLETİ OLMAK ZORUNDAYIZ”
Bugün de, yarın da bu tür tehlikelere açığız. Bizim ülkemiz demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olmak zorundadır. Hiç kimse bu ilkeleri köreltmeye çalışarak, kendi ideolojik, siyasi, dini veya mezhebi yaklaşımı ile yargıya yaklaşamamalıdır…
Bugün paralel yapılanma dediğimiz yapı, yargıyı ele geçirmiş ise, ben “bu kapılar neden açık?” diye sorarım. Hırsız içeri girmişse, “peki kapı neden açıktı?” derim. Araba çalınmış ise “neden anahtarı aracın üzerinde bıraktın?” diye sorarım! “Ne istediler de, vermedik” sözünü sonuna kadar sorgularım.
“DEVLET; ALDATILMAYA MÜSAMAHA EDEMEYECEK KADAR CİDDİ BİR KURUMDUR”
Asli faili birden fazla olan suçlar vardır. Şimdi siz bunları dedikten sonra kusura bakmayın, devlet aldatılmaya müsamaha edilemeyecek kadar ciddi bir kurumdur. Devlet, insanlar aldatılmasın diye vardır! Devleti yönetenler “meğer aldatılmışız” diyorsa, kimse kusura bakmasın, bunun bir sonucu vardır. Ülkeyi yönetenlerin “Ben aldatıldım” deme lüksü olamaz. Ben burada şunu savunurum, eğer hukuka aykırı olarak delil değerlendirmesi yapmadan kumpaslar kurulmuş ise, onlarla beraber kumpasa ortak olanların da asli fail olarak yargılanması gerekir. İki kişi suç işlediyseniz “beni o kandırdı” diyemezsiniz. Hukuksuzluğa ortak olmuşsan, cezasını çekersin.
“ESKİ SAVCILAR KAÇTI MI? KAÇIRILDI MI?”
Eski Savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın yurt dışına kaçtıkları söylentisine gelelim… Çok açık söylüyorum, o savcılar neden kaçtı? O Savcılar hakkında Ergenekon soruşturmalarından dolayı bir yakalama kararı çıkarılmadı, 17-25 Aralık soruşturmalarından dolayı bir yakalama kararı çıkarıldı. 17-25 Aralık soruşturmalarını yürüten bu savcılar isterdim ki kalsınlar ve haklarında çıkarılan yakalama kararını yaptıkları soruşturmaların tüm haklı yönlerini ortaya koyma fırsatı olarak değerlendirsinler, tüm kamuoyunu aydınlatsınlar… Kaçarak bu haklarını kaybettiler… Eğer o davaların delilleri o kadar güçlü ise, siz de cesur iseniz, gelirsiniz her şeyi bir bir anlatırsınız. Onlara ispat hakkı doğmuştu ama bu hakkı kullanmaktan kaçtılar! Kaçtılar mı, kaçırıldılar mı? Bunu da düşünmek lazım. Büyük bir muamma! Bu soru çok önemli bir sorudur, kaçtılar mı, kaçırıldılar mı? Kalıp her şeyi anlatmaları gerekirdi... Kaçmak, haklı dahi olunsa, kaçanı zan altında bırakır. Kaçarak tamamen zanlı durumuna düştüler…
“GÜÇLÜ BİR HUKUK DEVLETİ OLMAK ZORUNDAYIZ”
Özetle bizim ele geçirilemeyecek derecede güçlü bir hukuk devleti olmamız lazım. Demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olmak zorundayız. Aksi halde bugün “paralel” denilen yapı gider yerine, yarın dörtgen veya beşgen bir yapı gelir. Hangi siyasal, ideolojik veya iktidar gücü yapıyı ele geçirmişse, kendi yandaşlarını bir yere geçiriyor. Sınavı da kazansan seni mülakatta eliyorlar. Hatta referanslar devreye sokuyorlar. O zaman ben ömür boyu, beni yargıç yapmak için referans olmuş kişinin kulu kölesi haline geliyorum. Neden yargıçlarımız, böyle bir güce sırtını yaslamak zorunda bırakılıyor? Gücü eline geçiren, yargıyı ele geçiriyor, üniversiteleri ele geçiriyor. Neden; çünkü güç tatlı… Oysa kimse üniversiteleri baskı altına alamaz. Yargıya, Yargıca talimat veremez! Nerde kaldı yargı bağımsızlığı, nerde kaldı özgür üniversiteler…
“SİSTEM DEĞİŞMEDEN BU SORUN BİTMEZ”
Bizim aklımız yok mu? Bağımsız bir yargı nasıl kurulabilir aklımız yetmiyor mu? Yargıyı da, üniversiteyi de “ben kontrol edeyim” anlayışında olursan bugün sevinirsin yarın ağlarsın! Dediğim gibi gücü ele geçiren, yargı başta olmak üzere tüm bağımsız kurumları ele geçirmeye çalışıyor! Evet, bu bir gerçek, ele geçirme gerçeği vardır ama bunu söyleyenlerin samimi olup önce şuan kendilerinin ele geçirdikleri yargıdan ve bağımsız kurumlardan ellerini çekmeleri ve bağımsız bir yargılama sistemi kurmaları gerekmektedir. Bu sistemin her zaman ele geçirilebilecek bir sitem olduğunu, sistemin gücü ele geçirenin kendi kadrolarını kurmak üzerine inşa edildiğini net bir şekilde tespit etmek lazım.
Devletin yegâne sahibi, yani devlete egemen yegâne güç evrensel hukuki ilkeler, laik ve demokratik değerler olmalıdır. Bu sistem içinde, Anayasada sayılan değişmez bu ilkelere aykırı olarak hiçbir ideoloji, grup, yapılaşma veya herhangi bir siyasi oluşum kendi menfaatleri doğrultusunda hukuku, laik-demokratik işleyişi rayından çıkaramamalı hatta tevessül dahi edememelidir. Zira bu ilkeler bu ülkede yaşayan her türlü inancın ve ideolojinin yegâne teminatıdır.
“KAFASININ ARKASINDA SİYASET OLAN BARO BAŞKANI DEĞİLİM”
Ömrümün hiçbir aşamasında, şu siyasi partiden veya şu siyasi oluşumdan siyaset yapayım özlemi içinde olmadım ve değilim. Böyle bir derdim hiç olmadı. Kafasının arkasında siyaset olan bir Baro Başkanı görevinin hakkını veremez... Baro Başkanı görevi sırasında siyaset düşünmek veya siyasi dengeleri gözetmeye çalışmak kendime ve bu makama en büyük ihanet olur!
“BİR DÖNEM DAHA BARO BAŞKANLIĞINI SÜRDÜRMEK İSTİYORUM”
“Bu dönem başkanlık yapayım da, yarın şuraya atlayayım” düşüncesi bulunduğum makama hakarettir… Tecrübelerimi tamamen Baronun ve şehrimin hizmetine sunabilmek için, bir dönem daha Baro başkanlığını sürdürmek istiyorum. Neredeyse mesaimin tamamı Baro için kullanıyorum… Görevimi layıkıyla yapmayı ve sonrasında aynı anlayış ve ideal içindeki bir başka meslektaşıma bu onurlu görevi devretmeyi arzu ediyorum.
“GÖREVİMİN HAKKINI VERMEYE ÇALIŞIYORUM”
Ben tamamen yaptığım işi düşünürüm. Gelecek dönemdeki adaylığımı, 2 yıl gibi çok kısa olan bu görev süresinde içinde yarım kalmış olan hizmetlerimizi kemale erdirme yılı olarak görüyorum. Çünkü daha yapmamız gereken çok işimiz var. Bu görev bittiğinde, mesleğime döneceğim ve elbette avukatlık yapmaya devam edeceğim. Şu anda özgürce Baro Başkanlığı yapıyorum. Görevimin hakkını vermeye çalışıyorum. Hiçbir denge umurumda değil. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek, hakkı hukuku savunmak zorundayız. İşine odaklanan ve görevinin hakkını veren bir Baro Başkanı olmaya devam edeceğim.
“BARO BAŞKANLIĞININ ÜZERİNDE MAKAM YOK”
Bir şehirde Baro Başkanlığı kadar önemli bir görev görmüyorum. Hak ve özgürlükleri savunduğum bu makamda ilelebet kalacak değilim… Bu onurlu görevim sona erdikten sonra “şöyle bir alanda da hizmet etmek ister misin?” dediklerinde de görevden kaçmam. Baro Başkanlığının üzerinde bir makam görmüyorum. Bu makamı herkesin olmaya can attığı milletvekilliğinden üstün görüyorum.
Bir anlayışın devam etmesi önemlidir. Her bayrağı devralan bir öncekinden daha iyi olmalı.
Baronun hak ve özgürlükleri konusundaki hassasiyetini devam ettirmesi önemlidir”.